Lokarno, göz alıcı modern anlayışıyla eski bir kasabadır. Avrupa’nın en eski üstü kapalı köprülerinden biri buranın merkezi noktası olarak kabul edilir ve fresklerle bezeli tarihi evleri, sokaklarda sıra sıra dizilmiştir, ama ayrıca burası modern bir konser salonu ve sanat galerisi olan KKL'ye de ev sahipliği yapmaktadır. Nefes kesici manzaralar için Pilatus, Stanserhorn veya Rigi dağlarına teleferikle çıkın veya buharlı vapurla Lokarno gölünü görün.

İsviçre’nin en büyük şehri, çağdaş sanat ve alışveriş konusundaki en önemli noktalardan biridir. Kunsthaus’da ve Rietberg Müzesinde önemli sanat eserleri sergilenmektedir. Alışverişi bir sanat olarak görenler bu konudaki becerilerini Bahnhofstrasse ve Niederdorf’da geliştirebilirler. Chagall'in Fraumünster’deki renkli camlı pencereleri sizi şaşırtıcıdır. Zurich'deki 500 klüp ve bar, yüzme havuzları kenarında olanlar dahil, sabahın erken saatlerine kadar yaşamın nabzını yakalar. Zurich Gölünün yanıbaşındaki bu şehir mükemmel bir kitle ulaşımına ve ücretsiz bisiklet kiralama sistemine sahiptir.

Fransa ve Almanya sınırları yakınındaki Ren Nehri üzerine kurulan Basel, ülkenin müze açısından en zengin şehridir. Kültür odaklı bu şehir, her Haziran ayında dünyanın en etkili sanat pazarına ev sahipliği yapar ve aynı zamanda çok renkli kiremit çatılı ve kırmızı kum taşından yapılan sevimli Munster Katedrali de burada bulunmaktadır. Şehir merkezinde bulunan ünlü hayvanat bahçeleleri ile birlikte bolca yeşil alan vardır. İsviçre’de bulunan ve Roma kalıntılarının bulunduğu en büyük alan Augusta Raurica, doğuya yapılacak günlük bir seyahat için güzel bir seçimdir.

Alplerin güney kısmında ise Maggiore Gölü, İtalya’nın ikinci en büyük gölü olarak göze çarpıyor. İklim tüm sene ılıman olduğundan bölgede Akdeniz bitki örtüsü ve egzotik bitkiler var. Maggiore gölü, Ernest Hemingway’in ünlü romanı Farewell to Arms’da da geçiyor. Kahraman ve sevgilisi, İtalyan Carabinieri’lerinden kaçarken (askeri üniformalı polis düşünün) gölü kayıkla geçmek zorunda kalıyor. Umarız sizin de başınıza benzer bir şey gelmez.

Arkasında Alp dağlarıyla, göl kenarında mükemmel bir konumda olan şanslı Lugano’da her şeyden biraz var. Göl, nehir, dağ ve kırmızı çatılı binaları içeren güneşli panoramalar için teleferiğe binerek Monte San Salvatore veya Monte Bre’ye çıkın. Şehirdeki kiliseleri, katedralleri, pahalı ve renkli Piazza della Riforma’yı keşfedin. Kısık ateşte pişirilen Ticinese yemeğinin tadına bakın, tekneyle gölü keşfedin veya günü Olimpik havuzda geçirin.

1924’te ilk Kış Olimpiyat Oyunlarının düzenlendiği Chamonix her zaman tarih kitaplarında yer alacak. Başlıca ilginç yerler Mont-Blanc (Batı Avrupa’nın en yüksek dağı) Chamonix Vadisi’ne bakan kayak sahalarıdır. Dik yamaçlar ve aşırı sert hava koşulları en çok usta kayakçılara uygundur, ama yeni başlayanlar içinde pistler vardır. Ama grubunuzdaki herkesin yeşil bir daire ile siyah bir baklava şeklinden ayırt etmeyi bildiğinden emin olun. Bu arada, tarih kitapları için bir not daha: Pierce Brosnan buradaydı (James Bond filmi The World Is Not Enough’ın çekimi sırasında).

Seine'de gezinerek ve Eiffel Tower ile Zafer Takı gibi simgelere hayranlıkla bakarak geçirilen bir günün ardından dinlenmek için bir kaldırım kafesinde pain au chocolat ile oyalanmak …mükemmel Paris deneyimi boş vakitle canlılığı bir arada sunar, enfes yemekler ve Louvre'daki eserlerin keyfini çıkaracak yeterince zaman da vardır. Notre Dame'da ruhunuzu uyandırın, Marché aux Puces de Montreuil'de pazarlıklara girişerek güzel parçalar alın veya Marché Biologique Raspail'de hediyeliklere bakın, sonra hepsini taçlandırmak için Moulin Rouge'da bir risqué şovuna gidin.

Berlin, modadan mimariye ve dolu siyasi geçmişine kadar sınırlarda bir şehirdir. Berlin Duvarı yoğun savaş sonrası atmosferini taşıyan ait üzücü bir hatıradır ve şimdi kalıntılarını kaplayan duvar yazısı sanatı sosyal gelişimin sembolü olmuştur. Üstünde bir güneş sistemi modeli bulunan Weltzeituhr (dünya saati) Saati'ni ziyaret edin, sonra zamanda geriye giderek, Napoleon ve Beethoven'ın sık uğradığı bir 16. yüzyıl restoranı olan tarihi Zur Letzten Instanz'da yemek yiyin.

İngiltere'nin tam merkezinde olan bu şehir belki de en çok Robin Hood efsanesiyle ünlüdür. Tayt giyen erkekler çok eskilerde kaldı, artık burada büyüleyici bir tiyatro binası, buz hokeyi sahası, pek çok mağaza ve kulübüyle modern bir şehir bulursunuz.

Palermo, çoğu zaman birbiriyle çelişir gibi görünen çok çeşitli kültürlerin ve tarihin kaynaştığı bir şehirdir. Arap kubbelerinden barok yapılara, şaşırtıcı çeşitlilikte mimari tarzları keşfedin ve çok çeşitli kaynaklardan gelen lezzetli mutfağının tadını çıkarın. Norman Sarayı’nı, Palatine Şapeli’ni ve Hermit’lerin St. John kilisesini mutlaka ziyaret edin. Sanatseverler ve müzikseverler Galleria d’Arte Moderna’yı (“GAM”), Salinas’ı veya Teatro Massimo’daki opera ve bale etkinliklerini kaçırmak istemeyeceklerdir.

Yüzyıllar boyunca bu kıymetli kara parçasına pek çok kültür kendi damgasını vurmuştur. Günümüzde, bu etkileri, İstanbul’un mahallelerini birinci elden keşfederek deneyimleyebilirsiniz. Sultanahmet’teki kutsal yerleri, Beyoğlu’nun 19. yüzyıl şıklığını, Nişantaşı’nın lüks modasını, Kadıköy’ün coşkulu kafe ahalisini ve Beşiktaş’ın futbol aşığı sokaklarını gördüğünüzde, gezginlerin neden “İstanbul tek bir şehir değil, bir şehrin içinde pek çok şehirdir” dediklerini çok daha kolay anlarsınız.

Türkiye’nin merkezinin güneyinde, Ankara’nın güneydoğusunda bulunan ay manzaralı bölge Kapadokya, peri bacaları adı verilen eşsiz jeolojik oluşumları ile ünlüdür. Büyük, koni biçimindeki oluşumlar, çevredeki yumuşak volkan tüflerinin erozyona uğramasıyla zaman içinde oluşmuştur. Geçmiş kültürler, bu oluşumları ev ve kale (Üçhisar Kalesi gibi) olarak kullanmak üzere şekillendirmiş ve hatta Kaymaklı ve Derinkuyu gibi tamamı yer altında olan şehirler de ilk dönem Hristiyanları tarafından saklanma yeri olarak kullanılmıştır. Kayseri civarı, bu bölgeye geçiş kapısı gibidir.